28 Mart 2015 Cumartesi

Heteroseksüel Bir Erkek Olmak Ne Demektir?

Ters bir noktadan başlamayı önereceğim: Meselemiz basitçe erkekliğin nasıl parçalanacağı ve patriyarkanın nasıl ortadan kaldırılacağı değildir. Bilakis, mesele halihazırda erkeklik denilen şeyin, kendisinden öteye kaçmaktan olan bütün hislerden, fikirlerden ve pratiklerden başlanarak, bütün bir farklılaştırıcı deneyimleri bastırmak üzere nasıl gelip yerleştiğinden hareketle, bu "kaçan" şeylerin nasıl daha yoğun bir şekilde örgütleneceği/tutarlı kılınacağıdır. Yoğun derken hem daha yaygın/kolektif, hem daha fazla içeriden demek istiyorum.

Arzu bütün bir yaşamı kuran faaliyetlerin tümü olarak görülmelidir. Böyle görüldüğünde, yaşam, gerçeklik, bütün bağıntılarıyla cinsel/libidinal bir faaliyetler çokluğu olarak düşünülecektir: Gerçekliğin sentezlenme faaliyeti. Bir kitap okurken, metni, kendi oluşumumuzun parçası haline getirir (metin akışından bir parça keser), sonra onu bir başkasına farklı bir düzlemde bir şekilde (anlatarak, kitabı hediye ederek, o metni kendi parçamız kıldığımız oranda davranışlarımızla vs.) aktarırız (yeni bir akış üretiriz.) Libido işte, bu şekilde gerçekliğin kolektif inşası faaliyetinin motoru olarak görülmelidir. Libidinal faaliyet (arzulama) sayesinde, güneşle, kitaplarla, filmlerle, bitkilerle, hayvanlarla, başkalarının başka parçalarıyla bitimsiz ve üretken bir ilişkiye girer ve hem kolektif olarak bir gerçekliği üreterek onu tutarlı kılar, hem de öznelliğimizi bir gerçeklik, gerçekliğin bir parçası olarak üretiriz.

İktidar oluşumları ve sermaye akımları, gerçekliğin kolektif üretimine musallat olarak, onu sakatlar, sömürür ve kendilerinden kaçan bütün üretimleri tekrar kendi bedenlerine sabitlemeye çalışırlar. Dolayısıyla, iktidarın ve sermayenin müdahaleleri daima ikincildir. Kodlama ve aksiyomatik daima kendisinden kaçan şeyle tanımlanmalı ve düşünülmelidir.


Deneyimin Aşırı Bir Yoksullaşması



Gerçekliğin üretimi olarak libidinal faaliyetlerin bir çokluğundan itibaren düşünülmeye başlanırsa, cinsiyetlendirme denen süreç birçok olası ve mevcut tekil bağlantının (göz-kitap-beyin-ağız-kulak-beyin_2), aralarından seçilerek ayrıcalıklı kılınmış tek bir öğeye (erkek için fallus) göre düzenlenmesi ve onun hazzı/zevki ve aşınmasının engellenmesi merkezinde tasarlanmasıdır. Aslında arzuyla bağlanmış ve tutarlı kılınmış her bir deneyim, bir cinsiyet öznesi üretir: Kitap okurken okur, bisiklet sürerken sürücü, görünüşte heteroseksüel bir çift deneyiminde bile partnerimizden şefkat ve ilgi beklerken sözgelimi kedi haline geliriz. Heteroseksüel bir erkek olmaya bizi zorlayan bütün her şey, bütün bu özneleşme dinamizmini yok ederek, her şeyi tek bir erkek-özne açısından kodlar. Seks skorumuzu arttırmak için okumaya, ilgi çekmek için bisiklet sürmeye, ilgi ve şefkate olan ihtiyacımızı gizleyerek saldırganca davranmaya başlarız. Daha doğrusu dünyayla parça parça kurduğumuz ve bizi sürekli olarak farklılaştıran, değiştiren, zenginleştiren bütün bağıntılar, fallus merkezli yoksul bir dünyanın paranoyak bir şekilde sürdürülmesi açısından değerlendirilir hale gelir. Bu paranoyak savunu incelmiş şiddet biçimleri, maskelemeler ve kandırmacalar biçiminde yürüyebileceği gibi, açık ve yok edici bir şiddete de evrilebilir. "Erkekliğe halel getirilmemesi kaygısının" nerelere varabileceği gözümüzün önündeki açık iç savaşta görünüyor.

Yoksullaşma, o halde, asıl olarak arzunun bastırılmasıdır. Dünyayla kurulan ilişkinin ve kolektif olarak dünyanın kurulumunun, fallus merkezli haz/zevk denklemi ile bu hazzın ve zevkin paranoyak güvenceye alınması kaygısıyla sakatlanmasıdır. Patriyarkal düzenekler, fallus merkezli zevkleri sabitleyerek ve erkekleştirdiği özneleri bu zevklerle sarmalayarak/ağa düşürerek işlerler. Şüphesiz sonunda göreli bir zevkin elde edildiği bu işleyişler, bedene bitimsiz, sancılı ve sakatlayıcı şiddet edimlerinin uygulanmasıyla gerçekleşirler. Tamamıyla erojen bebek bedeninin, fallus merkezli bir erkek bedenine dönüştürülmesiyle dehşet dolu bir patriyarkal şiddet hikayesi oluşur. İlkokulda kız çocuklarına nazik davranan erkek çocukların maruz kaldıkları alaylar, ergenlikte pornografik ve saldırgan bir cinselliğe katılmaya zorlanmalar ve katılınmadığı takdirde dışlanmalar, daha ileriki yaşlarda daha farklı şiddet biçimleri...

İmkânsızlık


Fakat erkeklik imkânsızdır. Daha doğrusu, erkekliğin (ve olası bütün cinsiyetlendirmelerin) mevcudiyeti sadece istatistiki bir mevcudiyettir. Bütün hışımlarına, ciddiyetlerine, inceliklerine ve şiddetlerine rağmen patriyarkal mekanizmalar hiçbir bedeni %100 erkekleştiremez. Zira başta da belirttiğimiz gibi kodlayıcı mekanizmalar daima ve yalnızca kendisinden kaçan, kodlanamayan, kodlanmaya direnen bir malzeme üzerinde işlerler. Erkekleştirilmenin baskısını ve şiddetini hissetmemizin sebebi, daima bizde erkeksi olmayan, erkekleşmeyen ve erkeklik tarafından bastırılmaya çalışılan bir şeylerin bulunması, kalması ve mümkün olmasıdır.


Maço bir erkek evde, aptal bir dizideki duygusal sahnede ağlayabilir, erkeksiliğini her ortamda sergileyen biri düzenli olarak evi temizleyebilir, çocuk bakabilir, heteroseksüelliğinin bütün vurgusuna rağmen bir erkekten hoşlanabilir vs. Daha da ötesinde, kesinlikle erkeklik olarak kodlanamayacak çok daha ince kaymalar, yoğunluklar yaşar. Erkekliğin hem erkekleştirilmek için üzerinde işlemde bulunduğu bedenler hem de erkekleştirilmeye çalışılan faillerin dışındaki koca bir dünya için şiddet dolu bir şeye dönüşmesinin ardında, kendisinin istikrarının ve sabitlenmesinin imkânsızlığı yatar. İmkânsızlık ve çözülme, kontrolün ve sabitliğin aşınması deneyimlendikçe, erkekliğe ne kadar sarılınıyorsa o kadar ağır bir paranoya, o derecede yoğun bir şiddet oluşur.

İmkânlar

Ama arzu çalışmaya devam eder. Temel önemdeki şey, arzunun işleyişinin bütün bastırılma çabasına rağmen sürmesidir. (Tam bastırma ölüm demektir.) Sapmalar, kendisinden sapılan kodlara oranla birincildir. O halde heteroseksüel erkekliğin patriyarkal inşası karşısında öncelikle esnek bir bakış açısına sahip olmak gerekli görünüyor. Yani, hiçbir zaman hiçbir erkekleştirilmiş fail erkeklik tarafından tam olarak içerilmez. Fakat asla dışında da değildir. Bütün bedenler patriyarkanın içinde, karşısında ve ötesindedir. Her bedenin oluşumunun patriyarkanın biçimlendirici mekanizmaları tarafından etkilenmesi oranında içinde; fakat bu etkilenmenin daima kısmi kalması ve patriyarkal kodlamadan kaçan muazzam yoğunlukların bulunması ve direnişin oluşması oranında karşısında ve daha şimdiden bambaşka bir gerçekliğin orada hazır bulunması, farklı özneleşmelerin, n cinsiyetin burada bir şekilde hazır bulunması oranında ötesindedir.

Tüm veçheleriyle birlikte sorun, erkeklikten kaçan, ona indirgenemeyen mevcut ve mümkün yoğunlukların, hislerin, fikirlerin ve pratiklerin tutarlı kılınmasıdır. Rastlanıldığı anda kaçınılan hislerin, söylemekten utanılan fikirlerin, "ele güne gösterilmeksizin" sürdürülen pratiklerin, yani daha şimdiden erkekliğin (ve genel olarak cinsiyetlendirmenin) istikrarını bozan, onu tutarsızlaştıran, cinsiyetlendirilmiş özneleri başka cinsiyetlere (nihayetinde "n cinsiyete") açan tüm yoğunlukların örgütlenmesi, tutarlı kılınması ve toplumsallaştırılmasıdır. Erkekliğin reddi, halihazırda erkek olarak cinsiyetlendirilmiş öznelerin, kendilerinde mevcut olarak buldukları, keşfettikleri hisleri, fikirleri, pratikleri vs. tutarlı kılmaları, örgütlemeleri, görünür kılmaları, bunlarda bireysel ve kolektif olarak ısrar etmeleri demektir.

Nihayetinde sorunumuz, gerçekliğin kolektif üretiminin, kodlanmaya (cinsiyetlendirmeye, sınıflaştırmaya, kimliklendirmelerin tümüne) ve aksiyomatikleşmeye (yani sermaye tarafından içerilmeye) karşı koyuşunun nasıl örgütleneceği; gerçekliğin sakatlanmasının nasıl durdurulacağı; gerçekliği üretme kudretimizin kolektif otonomisinin nasıl sağlanacağıdır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder