02 Ekim 2014
Perşembe
Baba, bir iktidar oluşumunun yerel eyleyicisi ve parçası olarak, sermaye akışlarından kendine düşen bir pay çıkartır. Örneğin, bir inşaat işçisinin maaşında bütün bir ailenin geçimlik ücreti –Marx “yeniden üretimi sağlayacak en düşük ücret” olduğunu söylerdi- içerildiğince, Baba, sermayeden çektiği bu ücret biçimindeki payı aileye pay eden bir otorite figürü olarak bulur kendini ailenin diğer üyeleri karşısında. Ve babanın ailenin yaşamsal öğeleri (yiyecek, sağlık, giyecek, barınak) üzerindeki iktidarı, sermaye (ücret) sayesinde sabitlenir. Sermaye açısındansa, kapitalist işleyişin sürdürülebilirliği, iktidar oluşumlarının mikro-eyleyicileri olan ebeveynler, sıradan memurlar, kıdemli işçiler, beyaz yakalılar, beyazlar, erkekler vs.. için ürettiği haz, zevk ve maddi çıkarlar olmaksızın sağlanamazdır. Babanın iktidar işlevi, hem kendi özgül payının hem de kapitalist işleyişin köleleştirici güçlerinin hizmetindedir. Filmi ilginç kılan noktalardan biri, kaza sonrası babanın kendi hukuk veya politik mücadelesi yerine, iş aramaya ve konumunu kaybetmemek için çabalamaya yönelmesidir. Böylesi bir yöneliş, arzunun, babanın öznelliğini üreten iktidar oluşumlarında haz, zevk ve çıkarlar tarafından kıstırılışı olmaksızın anlaşılır olamazdı.
Diğer yandan, bu sabitlenme,
ancak görelidir ve ailevi oluşum asla kendi içine kapanmaz. Baba, asla imgesel veya simgesel
(yapısal) bir baba değil ama her zaman dışarıdaki bir başka toplumsal makineye
bağlı olarak, şu inşaat işçisi, şu güvencesiz, şu işsiz babadır. “Moleküler düzeyde, yersizyurtsuzlaştırma süreçlerinin gerçek
gücü molar iktidardan kaçma eğilimindedir” (Guattari, Kaçış Çizgileri, 49). Sermayenin istilası, babayı işçileştirir,
güvencesizleştirir, işsizleştirir vs.. ve sermaye süreçlerine çekilen baba
iktidarının sözde-bütünlüğünün aşındığı bir toplumsal makineye bağlanmış olarak
bulur kendini: Bir işçileştirme düzeneği olarak inşaat şantiyesi.
Kapitalist işleyiş, paçavra bedenlerin üretilmesinden ayırt
edilemez. Kapitalist üretim, kendi üretim sürecine çektiği yaşamsal öğelerin tam bir sömürüsü ve sakatlanması olarak tanımlanabilir.
Elbette bir biyopolitika olarak, yani yaşam
bazında bir müdahale olarak, işgücünü
yaşamda –yani kapitalist üretim için çalışabilir durumda- tutma mekanizmaları
kurar. Fakat bu ancak, mutlak olarak yok edici bir sömürü işlevinin görece bir telafisi
olarak çalışacaktır. İnşaat işçisinin sakat bedeninin yıkık imgesi, güncel
kapitalizmin temel yaşam düşmanı sömürüsünün en güçlü imgesidir. Bize sürekli
olarak üretken olanın kapitalizm değil, her şekilde kapitalizmi önceleyen bir yaşam olarak anlaşılması gereken üretken güçlerin ta kendisi olduğunu;
yani bu üretken kolektif güçlerin kapitalizme
öyle veya böyle indirgenemeyeceğini hatırlatır.
Sakatlanmasının utancını yaşayan babanın, bir üretim-karşıtı öğeye, salt seyirlik
katatonik bir nesneye, bir sanat atölyesinde çıplak ve sabit bir modele dönüşümü
başka türlü anlaşılamaz. Kendi iktidar işlevini korumayı arzulayan babanın, son
hamlesi. Babanın mücadelesi, ailenin yaşamsal öğeleri üzerindeki iktidarını,
sermayeden kendi adına çektiği hazzın korunmasıdır. Nihayetinde, “eve ekmek
getirmek” en temel fallokratik göstergelerden biridir. Bu noktada utanç, hem erkeklik hem de babalığa dair bir utançtır; artık ödün vermeden sürdürülemeyen bir
fallokratik ve ailevi iktidarın arzusu.
Toparlarsak, bu kısa film bizim üç
temel noktada sorular sorabilmemizi sağlıyor: 1) Bir yanda dizginsiz bir kapitalist
işleyiş sürerken, ailenin, Aile Bakanlığı gibi kurumların müdahaleleriyle bir
iktidar oluşumu olarak yeniden yapılandırılması ne derece mümkündür? Ve bu tam
olarak neye yol açar? 2) İktidar oluşumlarının molar, bütünlüklü ve sarsılmaz
görünümlerinin altında, hangi tür aşındırıcı moleküler süreçler işlemektedir? Babanın varsayılan otoritesi, ne kadar
sağlamdır? Sağlam mıdır? 3) Kapitalist işleyişin moleküler düzeyde yarattığı
köleliği mümkün kılan nedir? Bu kölelik arzusu, kapitalizmin iktidar
oluşumlarının mikro-eyleyicileri için ürettiği küçük hazlar ve zevkler
olmaksızın sağlanabilir mi?
Filmin ötesine geçerek son bir soru
ise şöyle formüle edilebilirdi: İktidar oluşumlarının bir yandan sabitleyen ama
asıl olarak dayanıksızlaştıran kapitalist aksiyomatiğin ötesinde, onları
parçalayıp arzuyu özgürleştirecek bir
politik müdahale nasıl düşünülebilir? Bu soru, bugün için, ailenin
neo-muhafazakar yeniden-“kuruluşu”nun ve sermayenin sınırsız yayılışının çifte
kıskacında hareket eden bizler için düşünülmesi gereken bir sorudur.
[1] Bu konuda eleştirel bir
perspektif için, Nuray Mert’in yazısı okunabilir. Bknz: "İktidar ‘İslamcı’ mı? ‘Dava’ ne,‘inşa’ edilen ne, ‘kurucu’su olunan ne?"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder