“Bu tarih [mahremiyetin tarihi, y.n.], toplumu
ayakta tutan nazik bir dengenin
seküler ve kapitalist
varoluşun ilk dalgalarında yitirilişinin tarihidir”
Richard Sennett, Kamusal İnsanın Çöküşü
Kapitalizm, bireyin mucididir. Birey, kapitalizme özgü toplumsal
ilişkiler içerisinde üretilir.. Birey, bütün içeriği ve liberal kullanışlılığı
ile birlikte aynı anda bir özgürleşme ve baskı olarak görünen paradoksal
sürecin içinde, mücadele ve yenilgilerin üzerinde biriktiği bir üründür.
Sermaye/üretim devreleri haline gelen kentlerin, tamamen dağıttığı eski
ortaklaşmacı/dayanışmacı -ve şüphesiz yine içkin olarak baskıcı ailevi/feodal-
biçimlerin ötesinde ve onlara karşı oluşur. Kendini, kendi eyleminin
sahiplenicisi/maliki olarak gören, ilkelerini kendisi oluşturarak, sonuçlarını
kendine mâl etmek isteyen; bu “özbilinci” bütün diğer ilişkilerinin mutlak
belirleyeni olduğu bir toplumsal oluşumdur. Burada ana mesele, bireyin üretim
olduğu söylendiğinde onu gerçekten de söylendiği gibi anlamaktır. Yani aslında,
daima, belli bir kolektif ilişki alanında işleyen çeşitli bireyselleştirici
iktidar edimlerinden bahsetmemiz gerekir. Birey de, tüm diğer toplumsal
oluşumlar gibi, kolektif bir varlıktır. Kapitalizm, sürekli farklı toplumsal
ilişkilerin içinde hareket eden bir oluşu kapatıp, onu bir birey olarak
örgütler. Birey, bu anlamda, özbilinç ile tarif edilen molar bir
organizasyondur. Bireyleştirici tertibatlarn ve benlik teknolojilerinin
sonucudur. Bunlar, içinde üretimde bulunduğumuz ve yaşadığımız toplumsal uzamın
farklı noktalarında farklı şekillerde karşılaştığımız tertibat ve
teknolojilerdir. Okulda bireysel notlama, ödev, tez uygulamaları; bireyin
sorumluluğunu vurgulayan ve cezalandıran disiplin yönetmelikleri; hocaların
hitap etme tarzları vs., okulun içinde, öğrenim ve entelektüel üretim
deneyimini kişisel bir deneyim, kişinin kendi bireysel risk, kâr, zarar hesabı,
kişinin kendi tutkuları, hırsları olarak yaşamasını sağlayan, kışkırtan,
yönlendiren tertibatın bir parçasıdırlar. Burada kişisel gelişim kursları,
kendini tanıma teknikleri, yeteneklerin ortaya çıkarılması süreçleri, ama en
önemlisi kişinin kendi gelecek kurgusunu ve başarı hırsı için seferber edilen
kendi üzerine düşünmeden ve ikbal fantezileri üretiminden oluşan diğer benlik teknolojileri de tanımlanabilirler.
İşte mahremiyet de, tam olarak bu
benlik teknolojilerinden biridir ve tamlayanı “açıklık”tır. Mahremiyet, “kendi
küçük sırrına” sahip olmaktır. Cinsellik, hırs, kin, çıkar, tutku, haz, para
vs. sarmalını kişisel bir deneyim olarak yaşamaktır, bunu talep etmektir. Her
biri kimi toplumsal ilişkilerin içinde türeyen, her biri bizzat birer ilişki
olan bu duygulanışların, psikolojik olarak yorumlanmasını talep etmektir.
Kişisel mahremiyet, küçük sırların dolaştığı, takas edildiği, faş edildiği
kolektiflere doğru genişler. Psikoterapi grupları, gerçek eleştirelliğin
ötesinde itiraf isteyen “özeleştiri”nin politik örgütleri, açılma toplantıları
ile LGBTİ toplulukları, psikanalitik divana zihnen de olsa uzanmış entelektüel
teröristler ve dergi çevreleri, mahrem bir paylaşım olarak örgütlenmiş seks
üzerine kurulu anarko oluşumlar vs. Mahrem alışkanlıkların dolaştığı ve
mahremiyetin ve yabancının dışlanmasının polisiyeleştiği "site"ler, mahrem
zevklerin ortaya döküldüğü alışveriş merkezleri vs…
Analitik Alto Kreşendo
“Kendini sev” derler, “kendini tanı” ve “kendin ol”. Bir derinlik
olarak deneyimleriz, “kendiliğimizi”: Psikanalitiğin “kişisel bilinçaltı”
derinliği; ahlaklılığın vicdani derinliliği; travmanın sessiz ve karanlık
derinliği; depresyonun yapayalnız derinliği; yani mahremiyetlikler… Kökenleri
ararız; tutunamamazın kökenlerini, sevememizin kökenlerini, travmalarımızın
kökenlerini vs. Oysa mühim olan kendini değil, sevmektir. Sevilmek değil
-“iğrenç sevilme arzumuz” der Deleuze-, sevmek. Kendin olmak değil, “olduğun
şeyden başka bir şey olabilmek”. Kökenler ve derinlikler faşizmdir.
İnsan bir yüzeydir. Ya da daha iyisi, varlık yüzeyeldir. Daima belli
topografyaları düşüneceğiz. “Şu” arzulayan makineler, “şuradakilere” eklenir;
“şu” iktidar oluşumları ile “şuradaki” arzu cemaatleri mücadele etmektedir.
İktidar içimizde değil, bitişiktedir -Kafka’nın Dava’sında mahkeme odalarının
bitişikliği-. Daha ziyade bir içsellik deneyimi üreten şey, belli bir yüzey ile
diğerleri arasındaki bağlantıları bloke eden, arzunun kolektif bağını ezen, bitişikteki
belli iktidar oluşumlarıdır. Yukarıda tanımladığımız okuldaki söylemsel, yasal,
pratik vs. iktidar oluşumları sayesinde akademideki kolektif öğrenim deneyimi,
kişiselleşmekte, kişinin içsel bir sorumluluk ve başarı hırsı olarak
deneyimlenmektedir.
Mücadele için işte bu tarz bir coğrafi/topografik düşünmeye ve analize
ihtiyaç var. “Birey”leri var sayamayız. Daha ziyade, “şöyle bir birey”
olmamızı, belli bir anda belli bir bireylik deneyimi yaşamımızı sağlayan,
kolektif bağlarımızı çözen ve yıkan iktidar oluşumları ve etkilerinin analizini
yapabilmeliyiz. Burada artık analiz, tamamen dönüşüme yönelmek zorundadır.
Keşfedildiği yerde blokları kırmaya, bulundukları bitişiklikte yeni arzu
yüzeyleriyle, bir başka(sının) arzulayan-makineleri, çabası, duyguları, bedeni
ile daha üst düzey bir ortaklığa, dönüştürücü ve kolektif bir kudret artışı
sağlayacak bir toplumsallaşmaya doğru bağlantı sağlamaya yönelik bir pratik
analiz: Ki örgütlenmek başka nedir ki?: “Başkasını sev”, “yapabileceklerini,
kudretini öğren/arttır”, “dönüşümü deneyimle”.
Foucault, panopticonun disiplin
toplumunda, hem bireyleştirici hem de kitleselleştirici temel teknolojilerden
biri olduğunu söylemişti. Bugün, denetim toplumlarında bu işlevlerin
yoğunlaştığı teknolojilerden biri ise kolektiflerimizdir. Ailelerimiz, arkadaş
gruplarımız, örgütlerimiz vs. Bir molar kolektif -tabi-grup diyor buna Guattari- aynı anda hem kimlikleştirici, hem
de bireyselleştirici işlevler yüklenir.
“Baktım sürekli suçüstü
arıyor,
vurdum içimdeki polisi,
vurun içinizdeki
polisi.”
Thaless Al-Rhazess
Vaka 1
Açılma toplantısı derler. İnsanlar bekleşir, bir kişi grubun önüne
çıkar, herkes yarı mutlu ve gergindir. Bir şekilde söylenmeden bilinen şeyin
itirafını izleyeceklerdir. Gelir, derin bir nefes çeker ve söyler: “Ben geyim”.
Veya “Ben lezbiyenim”. Veya “Ben transım” vs. İtiraf alınmıştır, kimlik onanmıştır,
grup kimliğin faş edildiği anda adayı tam üyeliğe kabul eder -o zamana kadar
yarı dışarıda, yarı içeride; araftadır- ve aday kimliğini tanımladığı anda,
dilsel bir bağıntı halinde, bireyselliğini de tanımlar: “Ben …im”, "Demekki ben, her zamanın O idim!". Bu LGBTİ
örgütlerinin “komünyon”udur. Hristiyanca, pek Hristiyanca! Aidiyet kurulur,
oluş ihtimali kapanılır, tabi-grubun temel işlevi işte tam da budur: Kimlik
yoluyla tabi kılma. Oysa çaprazlama ilişkiler kurabilmek varken! Queer
“akademik” değildir, politiktir, anarşiktir, komünisttir ve yaşamsaldır.
Oysa işte tam da böyle bir yeraltı yaşamı icra ederler. Penisler,
vajinalar, ağızlar, eller, ayaklar, fısıltılar, nefesler, bir dans ritmi, bir şarkı melodisi, alkoller, uyuşturucular, barların, kafelerin içinde(n)
birbirine eklemlenir, “ben geyim”in karşısına, kolektif bir gey-oluş çıkar.
Kimlik dört bir yandan sızar ve kaçırır. Kimlikli molar cemaatler, moleküler
oluşların, moleküler bir devrimin istilasına uğrar. Mahrem olmadığı gibi açık
da edilemeyen bir anonim gizlilik oluşur. Bütün bedenler kolektif bir arzu
topluluğu oluşturmak üzere arzulayan-makinelere dönüşür. Artık grup “kimlik
yoluyla”, kişiselleştirerek tabi kılmaz, daha ziyade karşılaşmaları, tekil
ilişkileri örgütleyerek, kolektif ve tekil eyleme kudretini artırır ve kolektif
dönüşüm süreçlerinin önünü açar: Özne-grup.
Özel Olan ve Kamusal Olan
Mahremiyet/açıklık kapitalizmin iki
mülkleştirme biçimi ile paraleldir: Özel ve kamusal. Özel olan, kendini, bütün
bir liberalizmin tarihi boyunca, iktidardan arınmış devletsiz bir bölge olarak
sundu ve güncel politika için devlete karşı çıkmanın bir yolu olarak
kullanıldı. Çoğu zaman, kendimizi, “özel yaşamın gizliliği”ni öne çıkartarak
savunmak ve devletin en büyük suçlarından biri olarak “mahremiyetin ihlalini”
göstermek zorunda hissettik. Politika yapma hakkımızı savunmak, yaşam
alanlarımızın çitlenmesini durdurmak için de kamusal alan savunması yaptık.
Oysa Foucault sayesinde biliyoruz
ki, liberalizmin özel yaşamı iktidar ilişkilerinin göbeğidir: Biyopolitika.
Daha ziyade devlet denilen şey, ikincildir ve bu özel alandaki iktidar
ilişkileri ağının bir sonucu ve idarecisidir. Günlük, kılcal ve gizil iç savaşı
yönetir ve dağıtır. O halde, özel olan her daim, belli iktidar tertibatları ile
politik olan tarafından kat edilir. Ve kamusal olan ise, ortak olanın
çitlenmesinin, devlet mülkiyeti haline getirilmesinin adı değilse, nedir ki?
Kamusal/özel, kapitalist mülkiyetin özdeş fakat farklı tarzlarda işleyen iki
tamlayanıdır. Devlete karşı özeli, sermayeye karşı kamusalı savunmak, bizi
kapitalizmin ve devletin bir adım bile ötesine götürmüyor. Çuvalladığımızı kabul
edelim.
Kapital, kapitalist üretimin, nasıl mahrem bir karaktere
dönüştürdüğünün anlatısıdır: Özel mülkiyet haline gelen yaratım kudreti [emek-gücü],
özel mülkiyet haline gelen ürün[meta], özel mülkiyet haline gelen zenginlik
[sermaye]. Öyle ki, 80’li yıllar sonrası dünyada, Neoliberalizm de denilen şey
ile birlikte, emek-gücünün, kişisel sermaye ve yatırım nesnesi haline
dönüşümünü de yaşamıştır. Dil kursları, kişisel yönetim kursları, eğitim,
bizzat aile, bizzat dostluklar, kitaplar vs., kişinin kişisel sermayesine
dönüşmüş mahrem emek-gücüne yaptığı yatırımlardan başka nedir ki? İşte
mahremiyet… özellikle molar cemaatlerin kendilerine özgü bir bastırma biçimi vardır.
Birey merkezli olsun veya olmasın, bu cemaatler, kişisel sermayeyi arttırmaya
ve kişisel güvenlik duygusunu tatmine yönelirler: Aşırı terörize bir toplumun,
paranoyak oluşumları! Bu cemaatler (büyük harfle yazılanı da, özellikle o),
kişisel başarının ve hazzın garanti altına alındığı, bir çeyrek anti-kapitalist
(kapitalizmin risklerini telafiye yöneldiği, ona karşı direnç gösterdiği için),
üç çeyrek ise yeniden-kapitalist (kendi özgün sermaye ilişkilerini kurduğu,
sömürü ve bastırma rejimini işlettiği için) oluşumlardır. Her halükarda bu
cemaatler büyütülmüş bir özel olana, ve küçültülmüş bir kamusala sahip olarak,
özel/kamusal ayrımını anlamsızlaştırırlar.
Vaka 2
Mahremiyet toplulukları olan bu cemaatler, küçük aile sırları, büyük
debdebeli bireysel ve kolektif itiraflar, çirkin sırların takası vs. üzerinden
işlerler. Daha doğrusu, bu kolektiflerde arzunun bastırılması, onun çirkin
kişisel mahrem bir sır/duygu haline getirilerek toplumsallığının reddi üzerine
kuruludur. Şeyhinin kızı ile cinsel ilişki rüyası/arzusu yüzünden paranoyaya
kapılan Muharrem’i hatırlayın (Takva Filmi). Muharrem, tarikatın dünyevi
işlerini yürütmek ile görevlendirilir ve mali işleri üstlenir. O, tarikatın
sınırına ilerler ve kapitalist makine ve para akışına kapılır. Kapitalizm,
Muharrem’in Despotun-Şeyhin- bedenine yatırdığı arzuyu yersiz yurtsuzlaştırarak
sermaye akışına bağlar. Şimdiden ne çok toplumsal olay! Oysa despot bir makine
olarak hareket eden, Muharrem’in kolektif arzulama üretimini bastıran, onun
toplumsallaşmasını ve devrimci oluş ihtimallerini durduran tarikat, bu arzuyu
bir cinsel hazza, utanç verici mahrem bir rüyaya dönüştürerek,
kişiselleştirerek onu yıkıma uğratır: Katatoni.
“Gerekli olan şey,
çoğalma ve yer değiştirme yoluyla çeşitli düzenlemeleri 'bireysizleştirmek'tir.
Grup, hiyerarşikleştirilmiş bireyleri birleştiren
organik bağ olmamalı,
sürekli bir 'bireysizleştirme' kaynağı olmalıdır”
Michel Foucault, Anti-Ödipus’a Önsöz
Devlete karşı çıkarken
mahremiyete ayak basamayız, sermaye karşısında açıklık talep edemeyiz; çünkü
iktidarın bastırma rejimleri mahremiyeti oluşturmak için, onun itirafını talep
ederler. Kendi küçük gizimizi oluşturmak için, önce onun itiraf edilmesi
gerektiğini kabul etmemiz gerekir. Bu etkin bir öznel dikkat gerektirir: işte
mahremiyetin oluşumu. Bir mahremiyet duygusu oluşturmadan, hiçbir bireyselleştirici
benlik tekniğini kabul edemeyiz. O yüzden bunun ötesinde, anonimleşmek için
kolektif bir sır, bir itiraf edilemeyen
cemaat kurabilmeliyiz. Ortaklaşmanın ve ortaklıkta, kolektif sırda kendi
ötemize geçmenin yolunu icat etmeliyiz. Kapitalizme karşı en güçlü silahımız: Ortak olan.
Öğrenci evlerinde ne yapıyoruz?
Neden iktidar tarafından hedef alındık? Öğrenci evlerinde, normun ötesinde evlilik-dışı, heteroseksüellik dışı vs. mahrem bir
cinsellik deneyimi yaşadığımızdan-en azından bunun ihtimalinin hazır
oluşundan-, bu mahrem yaşamımızın göze battığından, bunun engellenmek ve normu yıkacak her tür deneyimin baskı
altına alınmak istendiği söylenebilir. Doğrudur da, ama tamamen değil. Daha
ilginç ve politik bir perspektiften öğrenci evindeki mahrem değil, ortak olan ilgiye değerdir. Öğrenci
evleri, tam da Muammer Güler’in belirttiği gibi örgüt evleridir ama onun
belirttiğinin çok daha ötesinde. Herkesin kendi bacağından asıldığı yurtların
aksine öğrenci evleri, mikro bir dayanışma ve ortaklaşmanın hüküm sürdüğü
yerlerdir. Müziğin, cinselliğin, yemeğin, içkinin, çayın, kitabın, acının ve
sevginin paylaşıldığı öğrenci evleri, oradaki ortaklık yaşamını
deneyimleyenleri psikologlardan, psikiyatriden, parasızlıktan korkunç saatleri
korkunç düşük ücretler için çalışmakla geçirmekten, derslerden kalma ve okulu
uzatma telaşından vs. bir dereceye kadar korumaktadır. Kapitalist devrelerin
baskısını azaltmakta ve dayanışmacı ve kolektif bir yaşamı üretmektedir. İşte
asıl önemli yan budur. Ve işte politik mücadelenin asıl olarak hâlihazırda
kapitalizme nasıl direnmekte olduğumuzun analizine ayak basarak büyütülmesi bu
yüzden gerekmektedir. Öğrenci evlerini büyütelim, örgütleyelim ve politize
edelim! Hâlihazırda icra ettiğimiz direnişleri toplumsallaştıralım,
ortaklaştıralım!
Vaka 3
İnternette sansür ve gözetlemeyi yasal olarak katmerlendiren ve alenen
bilgi paylaşımını imkansızlaştırmaya yönelen yeni bir yasa geçti. Şimdiden, bu
yasaya karşı mahremiyet ve özel yaşamın gizliliği argümanları dolaşıma girdi.
Oysaki internet, çağımızın ortak olanlarının en muazzamı ve potansiyeli en
yüksek olanıdır. İnternet ağı sayesinde dünyanın dört bir yanında CERN
projesinde kolektif ve mülkiyet ötesi bir bilimsel çaba icra ediliyor.
İnternet, ne özel, ne kamusal olmayan, mülkiyet-ötesi bir ortaklık kurmanın,
mülkiyetsizleştirmenin en hızlı yaşandığı/yaşanabileceği bir alandır.
Filmlerden, kitaplara, bilgi, internette gerçek bir ortaklık olarak deneyimlenir.
Peki, ama nasıl yapmalı? İnternet yasağı konusunda sözümüzü ve politikamızı
nasıl kuracağız? Bu soruya net bir cevap bulmak kolay değil ama elimizde
korsanlık, anonim görünmezlik altında paylaşım sistemleri gibi ayrıksı yollar
var. Bütün bir internet ağının, uTorrent’e dönüştüğünü hayal edin ve bütün
kullanıcılar, kendi gerçek ID’lerinden bağımsız bir paylaşım kurabilsinler. Her
özgün paylaşımda, yeni bir ID, yeni bir konum. Öyleki ID artık sabit bir
kimliğe değil de, göçebe bir hareketlilikte geçici bir konuma tekabül etsin.
Artık tanınmak yok, izlenmek yok, patentler ve dijital mülkiyet yok. İşte
halihazırda yaptığımız bu pratikleri, gerçek bir politik eyleme nasıl tahvil
edeceğiz? TİB’i nasıl yıkarız, yıkmaya yönelmeden, aktif ve ondan sızan bir
paylaşım tarzı icra edip altını oyarak? İşte politik bir sorun.
“Büyük gizlilik,
saklanacak hiçbir şey olmadığı ve
kimsenin sizi
yakalayamadığı vakittir.”
Gilles Deleuze, Diyaloglar
Mahremiyete Karşı Anonimleşme, Açıklığa Karşı Ortaklık
Sennett, yaşamımızın giderek daha
fazla bireysel terimlerle ölçülen, benliğin ölçü olarak alındığı bir kötülüğe
dönüştüğünü söyler. Etrafımızı kendi başarısının, kendi tatmininin, kendi
hazzının hırsı ile gözleri dönmüş bireyler doldurmuş durumda ve bu bireyler,
kapitalist dünyanın en mükemmel, yaralı, yalnız ve acılı sonuçlarıdır. Aç
kalmamak için, ufacık bir şey üretebilmek için, küçük bir mutluluk için
katlanılan bunca acı, yoksulluk ve yalnızlık... Kanser bu toplumun metalarının
değil, ilişkilerinin yapaylığının sonucudur. Hepimiz kanser(liy)iz. Kanser bir
uzak ihtimal değil, savaştığımız ve kapitalizm altında iktidar oluşumları
tarafından üretilen öznelliğimizden ayrılabilinemez bir gerçekliktir.
Bu savaşı bireyler olarak
veremeyeceğimiz gibi molar ve kimlikli cemaatler [tabi-gruplar] olarak da
veremeyiz. Mücadelenin kendisi ile araç bir ve aynı şeydir. Politik mücadele,
her durumda içinde yeni imkânları kolektif bir kapasite artışıyla
deneyimleyebildiğimiz, başka türlü bir yaşamı üretebilmek için yeni bir
cemaat/topluluk yaşamı kurmakla ilgilidir. Komünizmi/anarşizmi yaşayabiliriz,
başka bir dünyayı yaşamak zorundayız. Kolektiflerimiz, cemaatlerimiz birer araç
değil, bizim arzumuzu ve çabamızı toplumsallaştıran ve pre-figüre eden [önden gösterim, Gezi Komün’ünün komünist
paylaşımı olduğu yerde, şimdi ve burada var etmesi vs.] temel yaşam ve mücadele
amaçlarımız olmalıdır.
Nakarat
Bir ar(k)a sokakta kendi tanınmaz-oluşunu icra etmek vardır:
Karanlıkta, hafif eğik baş, başa geçirilmiş kapüşon, hafif hülyalı bir bakış…
Gezi’de veya daha başkalarında: maske yüzde, kalabalığın ortasında, slogan atan
ağız, taş atan el, kollayan gözler… Uyuşturucu kullanıcılarının bazıları
uyuşturucuyu dahi kendi kişisel hazları ve mahrem deneyimleri olarak yaşarlar,
ne büyük talihsizlik! Oysa uyuşturucuda kendi tanınmaz-oluşlarını,
kişisizleşmelerini icra edenler vardır: Algı dönüşümü, yeni anonim algılar… Ve
bunu uyuşturucu kullanmadan yapmak, işte size sahici bir politik problem!
Tezer Özlü, Yaşamın Kıyısına Yolculuk’ta seyahat halinde, başka
şehirlerde anonimleşmeyi, tanınmaz-oluşunu icra eder. Kendi kıyısına
yolculuktur bu, Pavese-oluş, artık kendisi olmayı düşünmediği, kendi kendisini
anonimleştirdiği, bir kolektif düzenlemeden başka bir şey olmadığı bir an
vardır. Ve Tezer Özlü’de melankoli bulan, onu psikozlarıyla okuyanlara yazıklar
olsun! Tezer Özlü asla psikozuyla yazmaz, ondan bahsederken bile onu sınırına
iter, dışarıda bırakır, başka bir şey olur, kesintiye uğratır. Ve “Çocukluğun
Soğuk Geceleri” ince bir mizah kitabı değilse, başka nedir ki?
Zebercet, her şeyin ötesinde, bir anonimlikten, bir kolektif
düzenlemeden başka nedir ki? Artık özdeşim kurulmaz, okurken düzenlemeye
girilir, parça olunur, aracı olunur. Kendi mahrem özdeşimini arayan nevrotik
okura yazıklar olsun!
…Ve kendi mahremiyetini arzulayan nevrotiğe yazıklar olsun! Kişisel
depresyonuna gömülüp, küçücük odasına hapsolmuş birçok karadelik-insan var. Ve
bu bir politik tertibat olduğu oranda hepimizin bir karadelik-olma durumundan
geçmesi söz konusudur, hangimiz bıktırıcı kalabalığın içinde “Azıcık
mahremiyet!” diyecek kadar paranoyaya yaklaşmadık ki… O yüzden, bir ar(k)a
sokakta buluşur gibi, bir eyleme katılır gibi, bir kolektif kafe işletir gibi, öğrenci
evimizde dostlarımızla sofrada buluşur gibi içine gireceğimiz ortaklıklar, dost
meclisleri ve devrimci örgütler örgütlemeliyiz; kendimizi devrimci bir kolektif
olarak örgütlemeliyiz. Ve bütün bu kolektiflerin devrimci bir oluşa
sürükleneceği politik perspektifi… Ta ki kendimizin ötesine geçene kadar: başka
bir şey-oluş.
[Bu yazının zorlama bir şekilde bir araya getirdiği fikirler şu
kitaplardan ve metinlerden araklanmıştır: Karl Marx, Kapital/Deleuze &
Guattari, Anti-Ödipus/Deleuze & Parnet, Diyaloglar/Guattari, Molecular
Revolution/Sennett, Kamusal İnsanın Çöküşü/Foucault, Hapishanenin
Doğuşu/Foucault, Benlik Teknolojileri/Foucault, Bireylerin Siyasal Teknolojisi/
Dardot & Laval, Dünyanın Yeni Aklı: Neoliberal Toplum Üzerine Deneme/Hardt
& Negri, Ortak Zenginlik/Tezer Özlü, Yaşamın Kıyısına Yolculuk/Maurice
Blanchot, İtiraf Edilemeyen Cemaat/Agamben, Gelmekte Olan Ortaklık]
*Minimal şiirini kullanmama izin verdiği için Thaless Al-Rhazess’e
teşekkür ederim.
Güzel makaleler ! Bütün makaleler güzel de sanki kimsesiz bu blog, yazım durmuş, yenilerini bekliyoruz.
YanıtlaSil